4-11
Eylül tarihleri arasında Sivas Kongresi’nde en çok tartışılan konu,
mandacılıktı. Türkiye’nin büyük devletlerin mandasını olmasını savunanlar,
kendi aralarında ikiye bölünmüştü ABD ve İngiliz severler olarak. Mustafa Kemal
Paşa, “Ya istiklal ya ölüm!” diyerek gece gündüz dur durak bilmeden delegelerin
her biriyle konuşarak mandacılığın ulusumuzu tutsak edeceğini anlatıp onları
ikna etmeye çalıştı. Kongre’de uzun tartışmalar yapıldı. Tıbbiyeli Hikmet
(Boran), gençlik adına söz alarak mandacılığı reddetti. Böylece mandacılık,
tarihin tozlu sayfalarının arasında unutuldu.
Mandacılık,
tarihin tozlu sayfaları arasında kalsa da yeniden diriltilebileceğini düşüne
Atatürk, fırsat buldukça mandacılığın bir ulus için ölümcüllüğünü, tam
bağımsızlığın ise varlığımızı sürdürmenin yaşamsallığını birçok konuşmasında
vurgulama gereği duydu. Zor koşullardan geçtiğimiz içinde bulunduğumuz günlerde
Atatürk’ün 6 Mart 1922’de, Büyük Millet Meclisi Gizli Oturumunda Konuşmasının
bir bölümünü anımsamamız gerekir.
“Efendiler,
düşmanlarımızın ne mahiyette olduklarını ve düşmanların Türkiye üzerindeki
hırslarının ne kadar ezeli olduğunu nazarı âlinizde açıklayabilmek için
müsaadenizle buna dair birkaç söz söyleyeceğim. Hepimizce malumdur ki, Avrupa’nın
en mühim devletleri Türkiye’nin zararı ile, Türkiye’nin gerilemesiyle teşekkül
etmişlerdir. Bugün bütün dünyaya tesir icra eden ve millet ve memleket
hayatımızı tehdit altında bulunduran en kuvvetli açılımlar Türkiye’nin zararı
ile açılım bulmuştur. Eğer kuvvetli bir Türkiye mevcut olsaydı, denilebilir ki,
İngiltere’nin bugünkü siyaseti mevcut olmayacaktı. Türkiye Viyana’dan sonra Peşte
ve Belgrat’ta mağlup olmasaydı, Avusturya-Macaristan siyaseti işitilmeyecekti.
Fransa, İtalya, Almanya dahi aynı kaynaktan ilham almış olarak hayat ve
siyasetlerine açılım ve kuvvet vermişlerdir. Efendiler, her şeyin zararıyla,
her şeyin imhasıyla yükselen şeyler, bittabi o şeylerden zarar görmüş olanı
alçaltır ve hakikaten Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve
medenileşmesine karşılık Türkiye bilakis gerilemiş ve düşme vadisinde
yuvarlanadurmuştur. Türkiye’yi imhaya müteşebbis olanlar, Türkiye’nin imhasında
menfaatlar ve hayat görenler münferit kalmaktan çıkmışlar, aralarındaki
menfaatları denkleştirerek birleştirmişler ve ittifak etmişlerdir. Bunun
neticesi olarak birçok zekâlar, hisler, fikirler Türkiye’nin imhası noktasında
yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşan şey, asırlar geçtikçe gelecek nesilleri
adeta tahripkâr bir anane şeklini almıştır bu ananenin Türkiye’nin hayat ve
mevcudiyeti üzerinde devamlı tatbikatı neticesi olarak en nihayet Türkiye’yi
ıslah etmek, Türkiye’yi medenileştirmek gibi birtakım görünüşteki
vesilelerle, bahanelerle Türkiye’nin
dahili hayatına, dahili idaresine girmişler ve nüfuz etmişlerdir. Böyle müsait
bir zemin hazırlamak kudretini, kuvvetini kazanmışlardır. Halbuki efendiler, bu
kudret ve bu nüfuz Türkiye ve Türkiye halkında mevcut olan ilerleme cevherine
zehirleyici ve yakıcı bir sıvı ilave etmiştir. Bunun tesiri altında olmak üzere
milletin ve bilhassa ricalin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık hayat bulmak
için, hali iyileştirmek için, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak
bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan
alma gibi birtakım zihniyetler açılım buldu. Halbuki hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların nasihatleriyle,
yabancıların planlarıyla yükselebilsin.
Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir. Tarihte böyle bir hadise kaydetmek
teşebbüsünde bulunanlar acı neticelerle karşılaşmışlardır. İşte Türkiye’de,
bu fikir yanlışıyla, bu zihniyet yanlışıyla malul olan birtakım ricalin
yüzünden her saat, her gün, her asır biraz daha çok gerilemiş ve daha çok
düşmüştür. Efendiler, bu düşüş, bu gerileme yalnız maddiyatta olsaydı hiçbir ehemmiyeti
yoktu. Ne yazık ki, Türkiye ve Türkiye halkı ahlaken düşüyor (Bravo sesleri) ve
bu halet incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu maneviyatı ile başlayan ve Batı
maneviyatı ile sona erdirilen bu yol üzerinde bulunduğumuzu ve ona
yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde Batı asli mayası olan Doğu maneviyatından
tamamen kopuyoruz, yalnızlaşıyoruz. Efendiler, hiç şüphesizdir ki, bugün bu
memleketi, bu milleti mahvolma ve yok olma çıkmazına sevk eden başka netice
beklenmez. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 12, Kaynak Yayınları, İkinci
Basım: Ekim 2005, s. 312-313)”
Atatürk’ün
yukarıdaki konuşması, büyük bir tarihsel önem taşımakta. Yüce Önder, bu
konuşmasında adeta tarih ve siyaset dersi vermekte. Batı’nın asıl manevi
mayasının Doğu’ya dayandığını belirtmekte Atatürk. Avrupa’ya hayranlıkla bakıp
kendi ulusal değerlerini küçümseyenlerin kırk kere düşünmesi gereken bir
saptama bu. Tarih bilmeyen, tarihten yararlı ve gerekli dersleri almayan
siyasetçilerin ülkelerini uçuruma götürecekleri çok açık. Ülkelerinin geleceğini,
bağımsızlığını, kalkınmasını, kişinin kendi siyasal geleceğini Avrupalı
emperyalistlere bağlayanların nasıl bir aymazlık içinde oldukları açıkça
belirtilmiş konuşmada. Hiçbir ülke bağımsızlığını, varlığını dış güçlere güvenerek
sağlayamaz. Bu konuda güvenilecek tek güç, kendi ulusu.
Yıllardır
ülkemizi yönetenler, bugün siyasette boy gösterenler batılı emperyalistlerden
yardım isteğinde bulunmaktalar. Atatürk’ten sonra işbaşına gelenler,
emperyalist merkezlerin ağzına bakarak ülke yönettiler yıllarca. Yönetime
gelmek isteyenlerin birçoğu ise kurtuluşu batılıların yardımında bulmak
istemekteler.
Dün
olduğu gibi bugün de ulusumuzun yolunu Atatürk aydınlatmakta. Her siyasetçinin,
her yurttaşın Atatürk’ü iyi öğrenmesi gerek. Onun kurduğu CHP’nin İngiliz
emperyalizmi ve işbirlikçilerini yurdumuzdan savaşarak kovduğunu hiç
unutmamalı. CHP’nin bugünkü genel başkanının “kardeş parti” dediği İngiliz İşçi
Partisi’nden yardım istemesi büyük bir gariplik. CHP’nin iktidar olmak için
İngiliz İşçi Partisi’ne de New York Times gazetesine de gereksinimi yok! Onu
iktidara taşıyacak tek güç, Atatürk. Yeter ki onun düşünceleri, devrimleri
içselleştirilip doğru kavransın.
Ülkemizi
tam bağımsız mı yapacağız, yoksa batılı emperyalistlerin mandası durumuna mı
getireceğiz? Siyasette yanıtlanması gereken asıl soru budur.
Adil
Hacıömeroğlu
9
Nisan 2025