ÖSYM yılda yaklaşık kırk civarında sınav yapan güvenilir bir kamu kuruluşuydu. Yıllardır siyasal müdahalelerden, kişisel çıkarlardan uzak bir biçimde görevini başarıyla sürdürdü. Kamuoyunun en çok güvendiği devlet kurumlarının başında geldi hep. Son günlerde art arda gelen soru hırsızlığı konusundaki açıklamalar, itiraflar bu güzide kurumu temelden sarstı.
ÖSYM’nin görevi çok ağırdı. Genç nüfusun çok ve işsizliğin diz boyu olduğu bir ülkede adaletli sınavlar yapmak her yiğidin harcı olamaz. ÖSYM ilk başta üniversite sınavlarının adil bir biçimde merkezi sistemle yapılması amacıyla kuruldu. Zamanla birçok sınav bu kurumun görev alanına girdi. Böylece de iş yükü ve sorumluluğu arttı. Sınavların çoğalması ve bu sınavlara giren öğrencilerin sayısının fazlalığı, ülkemizde bir sınav ekonomisinin doğmasına da neden olmuştur. Bunun ekonomik boyutu günümüzde milyar dolar düzeyine ulaştığı, bizzat yetkililerce söylenmekte. Böylesine büyüyen bir ekonomik sektörde, doğaldır ki rekabet de ilgi de çoğalacaktı. Bu işin ekonomisinin döndüğü asıl merkezi sektör de dershanelerdir.
Dershaneler ilk başta, daha çok laik cumhuriyet anlayışını benimsemiş, sistemle çatışmayan kişilerin oluşturdukları kurumlardı. Sektörün kârlılığı ve öğrenciler üzerindeki etkileri anlaşılınca özellikle bazı cemaatlerin iştahı kabardı. Tarikat ve cemaatlerin kontrolündeki dershanelerin, önceleri adları duyulmazken birden piyasanın yükselen yıldızları oldular. Büyümelerindeki en etkili yöntem ise öğrencilerinin birçok sınavda kazandıkları birinciliklerdi. Bir dershanede birincilerin çıkması en büyük reklam. Çünkü bu durum, “başarının(!)” bir göstergesiydi. Sınavlara endeksli başarı anlayışı eğitimin içini boşaltıp amacını da saptırıyordu. Böylece de piyasa koşullarının gerektirdiği rekabet acımasızlaşıyordu.
Dershaneler ilk başta, daha çok laik cumhuriyet anlayışını benimsemiş, sistemle çatışmayan kişilerin oluşturdukları kurumlardı. Sektörün kârlılığı ve öğrenciler üzerindeki etkileri anlaşılınca özellikle bazı cemaatlerin iştahı kabardı. Tarikat ve cemaatlerin kontrolündeki dershanelerin, önceleri adları duyulmazken birden piyasanın yükselen yıldızları oldular. Büyümelerindeki en etkili yöntem ise öğrencilerinin birçok sınavda kazandıkları birinciliklerdi. Bir dershanede birincilerin çıkması en büyük reklam. Çünkü bu durum, “başarının(!)” bir göstergesiydi. Sınavlara endeksli başarı anlayışı eğitimin içini boşaltıp amacını da saptırıyordu. Böylece de piyasa koşullarının gerektirdiği rekabet acımasızlaşıyordu.
Zamanla aynı sokakta oturan, hatta aynı okulda okuyan birkaç öğrencinin birden sınavlarda ilk dereceleri almaları dikkatleri çektiyse de kimse sesini çıkarmadı. Dershaneler arasında faksla gönderilen sorular bazı ciddi gazetelerde yayımlanınca da üzerine gidilmedi. Herkes, tatlı bir kârların peşinde koşarak ve geleceğin yüksek kazançlarını hayal ederek sustu.
KPSS’de soruların çalınması kamuoyuna bomba gibi düştü. Tabi bu ilk değildi. Daha önce de bu tür olaylar yaşandı ve sınavlar iptal edildi. Burada önemli olan ve ortaya çıkarılması gereken sorular ÖSYM’den görevlilerce mi sızdırıldı; yoksa sorular farklı yöntemlerle dışarıdan mı çalındı? Bunu iyi anlamak için konuyla ilgili basında çıkan haberlere göz atmakta yarar var.
“Tüm sınavlarda sorular test geliştirme ve araştırma merkezinde hata olup olmadığını kontrol etmek için yüksek sesle okunarak test ediliyor. KPSS’de eğitim bilimleri testinin 117 sorusu da yüksek sesle okunarak test edildi. Testin 19, 21 ve 41’inci soruları şekilli sorular olduğu için okunmadı. Sözle ifade edilemediği için bu sorular kitapçık üzerinden doğrulandı. Bunun üzerine neden 117 soru sızdı da 3 soru sızmadı şüphesi doğdu.” diyor ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan, 11 Eylül 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada. Gazetedeki haberin devamı şöyle: “Yarımağan polis ve savcılığa verdiği ifadesinde dinleme iddiasını dile getirdi. Yarımağan, bu odanın binanın üçüncü katında yola bakan tarafta olduğunu, teknik cihazlar veya odaya yerleştirilen basit bir dinleme cihazıyla kolaylıkla kayda alınmasının mümkün olduğunu söyledi.” Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere çalınan soruların niteliği iddiayı doğrular cinsten. Bu, bir kişinin tek başına yapabileceği bir şey mi acaba?
Soruların çalınmasıyla ilgili yapılan soruşturmada gözlerin çevrildiği “Reis” lakaplı bir öğretim üyesinin açıklaması da dikkat çekici: “Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yapılan dört sınavda sınav sorularını sızdırarak para karşılığı satmakla suçlanan ‘kopya şebekesi zanlılarının savcılık ifadeleri çarpıcı detaylarla dolu. Çete lideri olmakla suçlanan Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Okulu'nda öğretim görevlisi olan O.A.U., ifadesinde, geçtiğimiz yıl yapılan Polis Meslek Yüksek Okulu sınavlarını da kendisinin iptal ettirdiğini itiraf etti. ‘Reis’ lakaplı zanlı, sınav sorularının cemaate yakın kişilerden sızdırıldığını öne sürdü. O.A.U., ifadesinde ‘Polis Meslek Yüksek Okulları öğrenci adaylığının iptalini sağladığım yönündeki suçlama kısmen doğrudur. Ancak soruları çalan ben değilim. Cemaatten aldım. Kadirlili olan bir hemşerim cemaate mensup bazı kişilerin sınav sorularını tanıdıkları kişilere dağıttıklarını söyledi. Ben de cemaatle içli dışlı olan akrabam Ö.L.E'ye söyledim. Soruları aldı ve bana faksladı’ diye konuştu. (Vatan Gazetesi)” Bu açıklamalar her şeyi anlatmıyor mu?
Hem Yarımağan’ın hem de “Reis’in” açıklamaları aynı adresi göstermiyor mu? Bir öğretim üyesinin böylesi bir olaya karışması da ibret vericidir. Bu, YÖK anlayışının üniversitelerimizi getirdiği durumu da göz önüne sermektedir. İntihal yaptıkları sabit görülen bazı öğretim üyelerinin, cezalandırılmak şöyle dursun, yüksek orunlara getirilerek ödüllendirilmeleri böylesi durumlara ortam hazırlıyor.
Devletin güvenilir bir kurumunu çökertmenin yolu ne de güzel bulunmuş. Soruları çalanlar ortalarda gezinirken kurum başkanı ve kurum çalışanlarının neredeyse tamamına yakını ya istifa ettirilerek ya da görevden alınarak işten uzaklaştırılıyor. Cumhuriyet düşmanlarının yıllardır uyguladıkları taktik devreye giriyor. Çökertilmek ya da ele geçirilmek istenen bir kurum önce iş yapamaz bir durumu getiriliyor, sonra da halkın desteği alınarak ele geçiriliyor. Yani, çayın taşıyla çayın kuşu vuruluyor. Burada suçu işleyenler ortadayken ÖSYM’deki görevlilerin hedef gösterilmesi ilginçtir.
Hırsızlık her dinde günah, tarih boyunca her türlü devlet sisteminde de suç sayılmıştır. Dünyada başkasının hakkını gasp etmek kadar kötü bir şet var mıdır acaba? Hırsızlık, hem yasalarımıza hem de geleneklerimize göre yüz kızartıcı bir suçtur.
Yoksa, birileri amaca ulaşmak için her yol mubah mıdır, diyor.
Adil Hacıömeroğlu
24 Eylül 2010
Not: 27 Eylül 2010 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımı http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.