AKP’LİLERİN NAKİT SEVDASI
SARIGÜL’ÜN MUHTEREMİ
ANAYASAYA AYKIRI, AMA ONAYLARIM
AKP’NİN YAPTIĞI YOLSUZLUK DEĞİLMİŞ
DİKTATÖRÜN, YATAK ODASI MERAKI
GÜL, ERDOĞAN İLE ÇEKİŞİYORMUŞ
GÜL’Ü CUMHURBAŞKANI SANANLAR
İKİLİ SİSTEM AKP’YE YARIYOR
GAZİ MUSTAFA KEMAL
CHP’NİN KAÇ MİLLETVEKİLİ VAR?
TARAF PROJEYMİŞ, ÖYLE Mİ?
YÜREK ÇAĞLAYANIN AKTIĞI YER
CHP’YE TUZAK
KURU SIKI ATMA, YASALARI UYGULA
O, İNANIYOR YA...
Ninem (babaannem) iyi bir hafızdı. Dini bütün bir kişiydi. Babası, Oflu hocaların birçoğunun yetişmesini sağlayan Dereyurtlu Molla Mehmet’ti. Kuran okumayı ve dinsel bilgilerin çoğunu babasından öğrenmişti. Nefesinin kuvvetli olduğu söylenirdi. Kocakarı ilacı yapmakta ustaydı. Çocuğu olmayan kadınlar, ruhsal rahatsızlığı olanlar, saralılar, kısmi felçliler, uykusuzluk çekenler, baş ağrısından kurtulamayanlar, romatizması azanlar, gece karanlığından korkanlar, kötü düş görenler, kocası ya da oğlu hayırsız olanlar, kocasının ilgisizliğinden yakınan kadınlar, iştahsız çocuklar, gece yatağını ıslatan yetişkinler, ineği yeterince süt vermeyen kişiler, yaralılar, hazım ve boşaltım sorunuyla uğraşanlar, yük taşımaktan bel fıtığına tutulanlar, gurbetteki eşinden haber alamayan taze gelinler, daha usunuza gelebilecek onlarca hastalığın umarıydı o.
Ninemden umar uman dertliler, bizim
eve gelir. Kışın ocağın başında, yazın kapı önünde oturan ninemin önüne bir
iskemleye saygıyla otururdu. Her gelen derdini biraz da abartarak üzüntülü bir
yüz ifadesiyle anlatırdı. Ninem, arada sorular sorarak karşısındaki kişiyle
iletişimini ilerletirdi.
Kimi zaman utangaç gelinler, kızlar kaynanaları
ya da anneleriyle gelirlerdi. Bu durumda derdi dillendirmek, büyüklere düşerdi.
Arada gelinler, kızlar utangaç bir tavırla söze karışır, düzeltmeler yapardı.
Anneler ya da kaynanalar anlattıkça yanlarındaki tazeler, daha da üzüntülü bir
duruma sokarlardı kendilerini.
Konuşmalar sırasında ninemin olumlu
telkinleri gözden kaçmazdı. Hep moral verirdi karşısındakine. Sabırla dinler,
bir sorun çözücü edasıyla konuyu anlamaya çalışırdı.
Sorunu dinledikten sonra ninem,
içinde kaynar su olan güğümü önüne alır. Güğümün üstüne bir parça ekmek koyar. Bazen
tarak da konurdu güğümün üstüne. Ya bir ekmek bıçağını ya da kuşağından
çıkardığı çakısını eline alarak okuyup üflemeye başlardı. O, okuma başladığında
herkes sessizliğe gömülürdü. Umar arayanlar, heyecanlı bir yüz ve yaşlı
gözlerle onu dinlerlerdi. Ninem, bıçağı ekmeğe sürüp buharda tuttuktan sonra
karşısındakinin eline, yüzüne, bedenine sürerdi. Arada “Tüh, tüh!” diyerek
okuyup üflemesini sürdürürdü. Bıçağı her sürüşünde, karşısındaki irkilip geri
çekilirdi.
Yaralı, ağrılı yerlere ekmek içi,
haşlanmış patates, sobada ısıtılmış lahana yaprağı, yoğurt, toprak, türlü otlar
sarardı. Sarımsak vazgeçilmez ilaçtı onun için. Neredeyse tüm yaralara,
ağrılara, saçkıran olmuş yerlere sürdürürdü sarımsağı.
Rendelenmiş sabun, yumurtanın
beyazı, buğday unu karışımına biraz zeytinyağı döker karıştırırdı. Karışımı
forotika beze (kendir liflerinden yapılan yöreye özgü bir kumaş) sararak çatlak
ya da kırık kemiklerin üstüne örterdi. Sargı, bir hafta özenle korunurdu. Bir
hafta sonra hasta gelir, sargıyı ninem özenle açardı.
Korkusu olanların ilacı başkaydı.
Kaynamakta olan güğümdeki suyu bir lengere boşaltırdı birden. Boşaltır
boşaltmaz güğümü, lengerdeki suya sokardı ve sıcak su gerisin geri güğüme
dolardı. Aslında güzel bir fizik deneyiydi bu. Böylece kişinin korkusu alınırdı.
Okuma işi bitince yoğun bir telkin
faslı başlardı. Moralleri düzelmiş olarak herkes yanından ayrılırdı. Üzüntülü
gelen kişilerin yüzlerindeki sonsuz mutluluğu görmek olanaklıydı ayrılış sırasında.
Sağaltımcının, sağlık kuruluşunun
olmadığı bir yerde böylesine ruhsal bir otamanın umarsız kişilere bir nebze
olsun umut verdiğini unutmamak gerek.
Ninem yaptığı kocakarı
ilaçlarından, okuyup üflemelerden hiçbir karşılık istemezdi. Onun için bir
hayır duası her şeyin üstündeydi. Yine de dertli ya da hasta olanlar ninemle
vedalaşırken türlü vaatlerde bulunurlardı. “Derman bulursam, sana ... gün tarla
işlerinde yardım edeceğim. İyileşirsem şu armağanı alacağım.” diyenler çoktu.
Derman bulanlar sözlerinde dururlardı. Çünkü vaadini tutmadıklarında, daha
beter bir derde gark olacaklarına inanırlardı. Bu nedenle de sözler yerine
getirilirdi. Harcanan emeğin karşılığını vermeyi bir vicdan borcu bilirdi
herkes.
Bir gün nineme: “yaptığın ilaçların
etkisine, nefesinin iyileştirici gücüne inanıyor musun?” diye sordum.
O: “Onlar inanıyor ya...” diyerek
yanıtladı beni. Evet, onların inanması önemliydi. Okuma yazma bilmeyen ninem, bana tinsel sağaltımın önemini kavratmıştı ilk gençlik yıllarımda. Olumlu erkenin
gücünün nelere kadir olduğunu anlatmıştı kısacık yanıtıyla. Bana, yaşamım
boyunca unutamayacağım bir dersti bu. Günümüzde
olumlu erke üzerine konferanslar veriliyor. Büyük paralarla bu işi yapan
kişiler dolaşmakta ortalıkta.
İnanmak; mutlu olmanın, başarmanın,
zorlukların üstesinden gelmenin anahtarı değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
11
Şubat 2014